Elimde aylardır
süründürdüğüm kitabı sonunda bitirebildim. "Bu kitabı okumak lazım"
diye düşünüp bir türlü okuyamamıştım. Gerçi son dönemlerde kitap hakkında
"çok sıkıldım, bıraktım" yorumlarını da fazlaca duydum ama bitirmememin
tek sebebi kendimim. Şahsi tembelliğim yani. Peki bu kadar sözden sonra
kitabımız ne anlatıyordu ve bana göre nasıldı?
Saatleri Ayarlama
Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yazdığı güzel bir roman. Olaylar Hayri İrdal
adındaki bir karakterin dilinden anlatılıyor. Gençlik çağında bir saatçinin
yanında çalıştıktan sonra ustasının ölmesiyle birçok işe girip çıkan,
evlilik hayatı ve maddi durumu pek düzgün olmayan, iki çocuklu bir beyefendi
Hayri İrdal. Hayatının kısa bir bölümünü akıl hastanesinde geçirmiş, boş
vermişlik ve umursamazlık huylarından mustarip bu adamın hayatı "Halit
Ayarcı" ile tanışınca bir anda değişir. Önceki yıllarda çalıştığı saat
ustasının sözlerini bir yemek sırasında Halit Ayarcı' ya söylediğinde, Saatleri Ayarlama
Enstitüsü'nün temelleri atılır ve Hayri İrdal bu enstitünün kurucusu olarak görev yapmaya başlar. Böylece refah seviyesi yükselir
ve hayatı yoluna girer. Romanın ilk yarısında Hayri İrdal'ın enstitüyü kurana
kadar ki yaşamı, diğer yarı da ise bu kuruluşun işlevi ve işleyişi
anlatılıyor.
Bana göre kitap yarıda
bırakılacak kadar kötü değildi. Bazı yerlerde sıkılsam da bitirmek de çok
zorlanmadım. Hatta bazı yerlerde satırların altını bile çizdim. Öyle değişik
fikirler yer alıyordu ki "Vay bunu hiç düşünmemiştim" dediğim
zamanlar oldu. Ama kitabın sonunda "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" nü
bir kuruluş olarak çok saçma buldum ve iyi ki günümüz de böyle saçma bir şey
yok dedim. Eğer klasik okumak istiyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz ama okuma listenizde
daha akıcı Türk klasikleri varsa önce onları okuyun derim.
Sizinle kitap da altını
çizdiğim bir kaç satırı paylaşayım
"Bir yandan yarı ölü
bir saati diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığı şuurunu,
zamanını hediye ediyordu."
"Saatler kadar derin
bir şekilde olmasa bile bu benimseme ve uyma keyfiyeti bütün eşyalarımız da
vardır. Eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden
bir parça olmazlar mı? Onları sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil
midir? Yeni elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer."
"O yatakta
saçlarını dağıtmış, tembel tembel kendisini kaldıracak bir vinç bekliyordu.
Ben pencerenin önünde, ayakta, yataktan kalmak konusunda daha atik, kahvaltı
meselelerinde biraz daha sabırsız bir kadınla tesadüfen evlenmiş olmanın insana
verebileceği saadetleri düşünüyordum."