16 Ocak 2015 Cuma

MUTLULUĞU PAYLAŞMAK

   Dün ilk defa bir nikaha gittim. Kız da oğlan da bizdendi. Yani hem kız tarafı hem oğlan tarafıydım. Çiftimiz çok hoş giyinmişlerdi ve mutluluklarını görmek için gözlerine bakmak yeterliydi. Onların mutluluğunu paylaşmaksa benim için harika bir duyguydu. Nikah sırasında, nikah masasına şahit olarak oturmanın verdiği gururu düşünüp durdum. Düşünsenize nikah sırasında birçok insan orada oluyor ama gelin ve damadın mutluluklarına şahit olduğuna dair resmi belgelerde bir senin ismin geçiyor. Evlilik cüzdanlarında ömür boyu senin şahitliğin yer alacak. Bu çok özel bir konum. İnşallah bir kaç arkadaşım beni nikah şahidi yapar da bende o gururu yaşayabilirim :)
  Sonra yine dün düşünceli, ince fikirli arkadaşların hayatınıza katabileceği güzelliklerin sayısız olacağını fark ettim. Nikah sonrası eve geldiğimizde gelin ve damada arkadaşları tarafından sürpriz olarak hazırlanmış havai fişekler patlarken çiftin yüzünde oluşan gülümsemeyi, o an yaşadıkları sevinci, gelinin gözlerindeki-akşam karanlığına rağmen fark edebildiğim- parıltıyı görmek iyi ki böyle düşünceli bir arkadaşa sahipler diye içimden geçirmeme sebep oldu. Etrafımızdan böyle insanlar eksik olmaz umarım.
  Sözün özü mutluluk kesinlikle  bulaşıcı dostlar. Bir kişinin gözlerinde parıldayan mutluluk o kişiyle bakıştığınız anda size de atlıyor ve yüzünüzde istemsiz güller açıyor. Eminim dün benim gözlerimde karanlığa rağmen parlıyordu. Çünkü yüzümde bastıramadığım daha doğrusu bastırmak için hiç de uğraşmadığım bir gülümseme vardı.
  Sözün özünün özü; burada onlar hakkında yazdığımdan haberleri bile olmayan güzel arkadaşlarımın mutluluklarının bir ömür sürmesini diliyorum ve hepimizin mutlu olup, mutluluk saçan insanlar olmasını temenni ediyorumm efendim :)


9 Ocak 2015 Cuma

KELİME USTASI #2

  Kelime ustasına gönderdiğim mektubu, yardımcısı yanıtlamış. Ben mektupta yazılanlardan habersiz, mektubu öyle bir hevesle açtım ki sonunda tüm harflerimin, tüm düşüncelerimin düzeleceğini sanıyordum. Harflere yaşadığım problemlere ait bir çözüm ummuştum.  Mektubu okuyup bitirdiğimde bedenimi taşıyamaz oldum. En yakın koltuğa  kendimi bırakıp derin bir nefes aldım. Çünkü elimde kalan son çare de tükendi. Yerimden bir milim bile kıpırdamadan uzun uzun düşündüm. Sonra kararımı verdim. Eğer Kelime ustasına mektupla ulaşamıyorsam (ki kendisi ne telefon ne mail kullanıyor)  yanına kendim gideceğim. Sembile Dağı ne  kadar uzakta olursa olsun kelime ustasıyla görüşmem gerekiyor. Artık hayatımda yemeğimden çıkan, ayağıma batan, kedimin boğazına kaçan harfler istemiyorum.

  Bu yüzden önce ailemi arayıp yeni yazdığım roman için Sembile Dağında gözlem yapacağımı söyledim. Annem bu duruma pek sıcak bakmasa da, böyle gözlem gezilerine sık sık çıktığım için  bir şey söylemedi. Eminim ki Kelime  ustasını bulmak için yola çıktığım da annem arkamdan yapabildiği tüm duaları okuyacak, hatta mahalledeki teyzeleri örgütleyip benim için onlardan da dua isteyecek ve ben arkamda kapı gibi dualarla Allah'a emanet yola koyulacağım. 

  Yolculuğa çıkacağımı aileme söyledikten sonra gerekli tüm malzemeleri doldurduğum bir bavul hazırladım. Kaç gündür oradan buradan topladığım 29 harfi özenle bir keseye yerleştirip onları da yanıma aldım. Gerçi kesenin içinde kımıl kımıl hiç durmuyorlar. Umarım yol boyunca uyurlar. Acaba harfler uyurlar mı?  Bu defa iyi olacak hasta, doktorun ayağına gidiyordur inşallah. Son zamanlarda yazı yazamadığım için ses kayıt cihazımı da gözümün önünde bir yere yerleştirdim. Kedimi kapı komşumuz canan teyzeye bıraktım. Kapıyı tırmalayan pati seslerini güçlükle duymazdan gelip son kontrollerini yaptığım arabama bindim. Artık hareket vakti, bas gaza kaptann...



7 Ocak 2015 Çarşamba

EN SEVDİĞİM OYUNCAK ATARİİ


  Bizim kuşak bilir. Bir zamanlar atarimiz vardı. Ne oyunlar oynardık Süper Mario, Road Fighter, Galaxian, Tank....Kardeşimle bayram paralarımızı biriktirip her bayram sonunda yeni bir atari alırdık.(bir öncekini kırdığımız için almaya mecbur kalırdık aslında :)) Bir kasetten sıkılınca, okul harçlıklarımızı biriktirip  saatçi amcadan yeni kaset alırdık. İki oyuncuyla oynanan oyunları bir hırsla oynardık. Bazen kendimizden geçer "Senin yüzünden yenildik" diye saç baş kavgaya tutuşurduk:) bu kavgalarımızın sonu ya annemin azarlarıyla ya da atarimizin geçici süre elimizden alınmasıyla son bulurdu. Ne güzel günlerdi ya.

  Aradan yıllar geçti. Ben bazen çocukların oyun oynadıkları sitelere girip macera oyunları oynamaya çalışıyorum ama hiçbirinde Süper Mario'nun, Tank'ın  tadı yok.(ne sefil günlerdi yaa) Bir gün internette araştırırken benim gibi insanların da var olduğunu gördüm. Meğer eski atari oyunlarını bilgisayarıma indirip kurabiliyormuşum. Hemen indirdim. Bakın tam da şuradan sizde indirebilirsiniz. Bir de oyun konsolu aldım. Öğrenci evindeyken, aynı evi paylaştığım arkadaşları da atari aşığı yaptım. Turnuvalar düzenlemeye başladık. Böylece "Tank da yenen şununla maç yapacak", "O yıldız benim hakkımdı" "Kaç canımız kaldı" gibi cümleler tekrar hayatıma girdi. Final haftalarında ders çalışmaktan kafamız ağrıdığında "iki el atari oynayalım be" diye birbirimizin gözünün içine bakar olduk. Kardeşimle ise artık oynayamıyoruz. Beyimiz Nfs, Pes oynamaktan atariyi hafife alıyor ne yazık ki.

  Kısacası bilgisayarım da hala atari oyunları oynuyorum. Candy Crush'dan sıkılınca arada bir atari oynamak çok iyi hissettiriyor. Çocukluğunuzu özlediyseniz, atari oynamaktan eskisi kadar zevk alacağınıza garanti veririm. Hele iki kişi tank oynarken değmeyin keyfinize.Bu kadar atari bahsinden sonra var mı benimle rakip olmak isteyen :)




3 Ocak 2015 Cumartesi

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ


  Elimde aylardır süründürdüğüm kitabı sonunda bitirebildim. "Bu kitabı okumak lazım" diye düşünüp bir türlü okuyamamıştım. Gerçi son dönemlerde kitap hakkında "çok sıkıldım, bıraktım" yorumlarını da fazlaca duydum ama bitirmememin tek sebebi kendimim. Şahsi tembelliğim yani. Peki bu kadar sözden sonra kitabımız ne anlatıyordu ve bana göre nasıldı?
  Saatleri Ayarlama Enstitüsü Ahmet Hamdi Tanpınar'ın yazdığı güzel bir roman. Olaylar Hayri İrdal adındaki bir karakterin dilinden anlatılıyor. Gençlik çağında bir saatçinin yanında çalıştıktan sonra ustasının  ölmesiyle birçok işe girip çıkan, evlilik hayatı ve maddi durumu pek düzgün olmayan, iki çocuklu bir beyefendi Hayri İrdal. Hayatının kısa bir bölümünü akıl hastanesinde geçirmiş, boş vermişlik ve umursamazlık huylarından mustarip bu adamın hayatı "Halit Ayarcı" ile tanışınca bir anda değişir. Önceki yıllarda çalıştığı saat ustasının sözlerini bir yemek sırasında Halit Ayarcı' ya söylediğinde, Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün temelleri atılır ve Hayri İrdal bu enstitünün kurucusu olarak görev yapmaya başlar. Böylece refah seviyesi yükselir ve hayatı yoluna girer. Romanın ilk yarısında Hayri İrdal'ın enstitüyü kurana kadar  ki yaşamı, diğer yarı da ise bu kuruluşun işlevi ve işleyişi anlatılıyor.
  Bana göre kitap yarıda bırakılacak kadar kötü değildi. Bazı yerlerde sıkılsam da bitirmek de çok zorlanmadım. Hatta bazı yerlerde satırların altını bile çizdim. Öyle değişik fikirler yer alıyordu ki "Vay bunu hiç düşünmemiştim" dediğim zamanlar oldu. Ama kitabın sonunda "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" nü bir kuruluş olarak çok saçma buldum ve iyi ki günümüz de böyle saçma bir şey yok dedim. Eğer klasik okumak istiyorsanız bu kitabı okuyabilirsiniz ama okuma listenizde daha akıcı Türk klasikleri varsa önce onları okuyun derim.

Sizinle kitap da altını çizdiğim bir kaç satırı paylaşayım

"Bir yandan yarı ölü bir saati diriltmiş oluyor, öbür yandan da bir insana yaşadığı şuurunu, zamanını hediye ediyordu."

"Saatler kadar derin bir şekilde olmasa bile bu benimseme ve uyma keyfiyeti bütün eşyalarımız da vardır. Eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? Onları sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil midir? Yeni elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer."

"O yatakta  saçlarını dağıtmış, tembel tembel kendisini kaldıracak bir vinç bekliyordu. Ben pencerenin önünde, ayakta, yataktan kalmak konusunda daha atik, kahvaltı meselelerinde biraz daha sabırsız bir kadınla tesadüfen evlenmiş olmanın insana verebileceği saadetleri düşünüyordum."




1 Ocak 2015 Perşembe

YENİ YILDA NE İSTİYORUM :))

  

  Bir yeni yıla daha girdik. Hiç birey değişmedi bana göre. Ne umutlarım arttı ne hayallerim. Hepsi aynı kaldılar. Arkadaşlarımla beraberdim. Her zamanki gibi muhabbet ediyorduk. Saatler 12' ye yaklaştığında "Yeni yıla az kaldı" dedik. Saat 00.00 olduğunda "2015 mi şimdi" diye söylenip konuşmamıza devam ettik. Yeni yıla öyle sade girdik ki ne sevinç çığlıkları ne kutlamalar hiç biri olmadı. Dışarıdan da ses gelmedi. Önceki yıllarım da böyle değildi hâlbuki. Ben yeni yılı kutlamasam da sokaklardan taşan sevinç nidaları yankılanırdı odamda. İstemsizce penceremden dışarıya bakardım. Ama bu yıl ne evimde ne dışarıda ses vardı. Buna rağmen neşeliydim. Çok da eğlendim. Şimdi anlıyorum ki insanı neşeli kılan yeni bir yıla girmek değil, insanın sahip olduğu arkadaşlar, paylaşılan anılar, yaptığı eğlenceli sohbetlermiş.
 Allah bize yeni yılımız da, ömrümüze ömür ekleyecek güzel insanlar ve hayatımızda var olan can yoldaşlarımızla da yaşayacağımız güpgüzel anılar nasip etsin. Hem hayatlarımıza değer katan hem hayatlarına değer katacağımız güzel insanlar ve onlarla yaşayacağımız mutluluklar umarak yeni yılınızı kutlarım dostlar, nice senelere :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...